
Ayşen Aksakal-İtinayla Ahkam Kesilir
Duvarları Konuşan Şehir: Beyrut
Bizim coğrafyada pek bir makbuldur her şeyi bilen olmak, kulaktan dolanı başkasının kulağına
doldurmak.
Klişelerle büyür, klişelerle besleniriz. Ağzına yular bağlı hayvanı gütmek gibi kolaydır kulağımıza
üflenenlere inanınca bizi gütmek.
Mesela birileri (aslında binlercesi) “ben Orhan Pamuk’u sevmiyorum, Nobel aldı diye sevmek zorunda
değilim” diyene “hangi kitabının neyini beğenmedin?” diye sorulduğunda “Sevmiyorum işte, tarzım
değil, okumadım o yüzden” diyebiliyor.
Bence Yeşilçam çok abartılıyor diyen insan 5 yerli yönetmen sayamıyor.
Hiç şarap içmeyen adam, “şarabı çok abartıyorlar alt tarafı üzüm suyu” buyuruyor.
Bilmiyor ama iddia edebiliyor.
Çok gezmek, çok okumak, gözünle görmek gerekiyor.
Ben hiç Arap ülkesi görmedim. Araplarla ilgili ne duysam kulaktan, ne ahkam kessem yalandı.
Kırdım sonunda zincirleri, Beyrut’a uzandım birkaç günlüğüne.
Azıcık izlenimlerimi aktarayım dedim. Altını çizerim; kendi izlenimlerimdir. Genellerseniz yine tüm
genellemeler gibi yanlış olur.
Size Beyrut ile ilgili tarihi ve coğrafi bilgi vermeyeceğim. Google’da var zira. Kendi izlenimlerimi
yazacağım.Kürtlerin, Ermenilerin, Alevilerin, Süryanilerin bu topraklarda neler yaşadığı üzerine hala
tartışadururken biz; Beyrut’ta bu çeşitliliğe Dürziler, Hristiyanlar, Şiiler ve daha niceleri ekleniyor.
Biz adım adım hala ayrışırken onlar bu ayrımların savaşından kurtulmaya, yeniden kardeş olmaya
çalışıyor.
Minareler ve Kilise çanları hep aynı kadrajda buluşuyor. 500 kişiye bir cami düşen memleketimde
Ayasofya’da namaz kılmaya and içmiş bir kesimi ve bunu vaad edenleri düşündükçe buruluyorum.
Yeniden yapılanmaya çalışan şehirde, büyük binaların yanı başındaki balkonlarda hala şarapnel izleri görülüyor.
Her yıkılmış bina, insanlara savaşı hatırlatıyor ve her günü son gibi içine çekerek yaşamasına ilham veriyor.
Beyrutlular, savaşın izlerini atlatabilmek için yaşamaya karar vermiş gibiler. Yüksek sesle şarkılar
söyleyerek, denize bakan kayalıklarda nargilesini tüttürerek, yargılamadan, etrafa aldırmadan dans ederek, özgürce, kadın erkek ayırmadan eğleniyorlar.
Şehir yeniden yapılanırken, devlete ait önemli binalar Bankalar Caddesi’nde toplanmış. Zira savaşta bombalanmayan tek yer Bankalar Caddesi imiş. Savaş çünkü parayla beslenir. Kara para neredeyse ironidir ki orası savaşta en güvenli yerdir.
Bombaların düştüğü yerlerden ise tarihi kalıntılar çıkmış savaşın en azından tek bir faydası olsun bari dercesine.
Şehir merkezinde belirli yerler var.
Gemmayzeh en iyi anlatımla bizim Cihangir ve Sıraselviler. İlginç restaurantları, her biri ayrı tarz cafe-
barları ile, arada yoldan geçen polis panzerlerine inat sokağa taşan eğlencesi ile bohem Beyrut
geceleri vaad ediyor. Biraz daha yürürseniz Mar Mikhael’e; yani daha da kalabalık bir eğlence
caddesine ulaşıyorsunuz.
Daha da kalabalık olsun diyorsanız, Asmalımescit ve Nevizade ister gönül diyorsanız, bizde de nam-ı
meşhur Uruguay Caddesi var. Masaların arasından güçlükle yürüdüğünüz, herkese
gülümseyebileceğiniz, sarhoşluğunuzun hoş görüleceği, hak verileceği mekana hoş geldiniz. Uruguay
kültüründen almış adeta adını.
Gece hayatında marka olmuş Beyrut. Limanda yer alan; birkaç sene üst üste dünyanın en iyi gece
klübü seçilen Sky Bar, büyüklüğü ve dış cephesindeki “street art” resimleri ile göz dolduruyor. Ancak
cebinizi bir şeyh doldurmuyorsa içeri girmeniz biraz zor.
En ünlü mekanlarından Muzik Hall’de dünyanın bir çok ülkesinden gelen sanatçılar sırayla 2-3 şarkı
söylüyor ve uzun masalarda ziyafete oturmuşken; hiç çekinmeden dans edip, o gece son geceymiş
gibi sevgilini öpebiliyor insanlar. Güzel kadınların ve adamların danslarına Yunan, İngiliz, Arap, Latin
müzisyenler eşlik ediyor.
Hamra ise, küçük ve stil sahibi cafeleri, sanat galerileri, orta sınıfa hitap eden dükkanları ile, samimi,
keyifli ve tanıdık bir sokak havası yaşatıyor.
Downtown’da Bankalar caddesi, Solidere meydanına bakan kafeleri, meydandaki saat kulesi altında
bisiklete binen çocukları ve nargilesini tüttüren annelerini, Ortodoks, Evangelist, Katolik Kiliseleri, Al
Omeri ve Amir Assaf Camilerini, şık restaurantları, pahalı mağazaları ve daha nicelerini görebilirsiniz.
Bu bölgedeki Zaitunay Bay’da sahil boyu yürüyüş yapanlar, babalar çocuklara bakarken badminton
oynayan anneler, kayalıklara kurulmuş nargileler, yoldaki trafiğe aldırmayıp, araçta demlenmeye
başlayan şöförler size hayatı yeniden sevdirecek.
Ben Beyrut’a bayıldım. Savaşı hatırlatıp beni her seferinde barışa yaklaştıran sokak resimlerine,
insanlarının geride iyi izler ve anılar bırakma derdindeymişcesine iyi niyetli davranışlarına, korkmadan
eğlenmelerine, sokak arasına saklanmış merdivenlerden inilen efkarlı araklı meyhanelerine,
kadınlarının kendilerini saklamayışına, kahkahalarını boğmayışına, erkeklerinin centilmenliğine,
temizliklerine, yemeklerine, her turiste kendi misafiri gibi davranmalarına, hemen hemen herkesin dil
biliyor olmasına.
Beyrut savaş izlerine bakıp yaşamın değerini anlarken, bizde henüz kuramadığımız özgür bir yaşamı
bile savaş eşiğine sürükleyenlere karşı bilendim iyice.
Daha dünyanın en renkli taksisini, çok eşlilik ile ilgili hiçbir şey dinlemeden çemkirmelerime karşı
başka bir taksiciden aldığım hayat dersini, Jeria mağarasını, Harissa’daki Paskalya gününü, Byblos’taki
denizi ve balıkçıları anlatmak isterdim ama ne mutlu onlara ki Beyrut bir tek yazı ile anlatılamaz.
Bir takım öğretilmiş klişelere son vererek bitirmek isterim yazımı. Araplar pis demek ayrımcılıktır ve
cahilliktir. Gezdiğim kentler arasında elimi kolumu sallayarak tuvalete gidebildiğim yegane şehir
Beyrut’tur. Hijyeninden sual edene delillerle gelirim.
Arap demek Müslüman demek, çarşaflı kadın demek değildir. Böyle güzel, sofistike ve çoğu özgür
kadınlar yanında bu gereksiz laflar ancak kıskançlık sayılır.
Savaş sanata ket vuramaz, her şeyi yasaklasan duvarlarda patlar. Sokakları resimsiz bir şehir savaşta
değil, baskı altında demektir.
Renkli duvarlarımız, bağıracak sloganlarımız, özgür sokaklarımız, rahat yaşayabileceğimiz kadınlığımız
bizim de olsun; mümkünse savaşsız.
0 comments